25 Şubat 2013 Pazartesi

Motosiklet - Bölüm 2

Bu yaralı kuş Cemile'yi gördüğümüz geçen baharki geziden. Olimpos'a giderken.
Deniz,

Bugünlerde Ankara'da gözüm hep motorcuları arıyor. Şimdilik çok fazla yok. İstanbul'da çok daha yoğun, kışın bile motorcu görürdük ya Deniz'im; onlardan biri de sendin. Burda sadece motokuryeler var hemen hemen. Kaskıyla, ceketiyle, dizlikleriyle, eldivenleriyle, kotu ya da motor pantolonuyla senin yapında, boyunda bosunda bir motorcu görünce şöyle bir sarsılıyorum. İçimde birşeyler kopuyor. Sen de böyle dimdik dururdun motorunun üzerinde. Büyük bir ustalıkla F650'ni park eder (gürül gürül gürül biraz da aksıran bir kargaya benzeyen motor sesi o sırada kesilir), bacağını şöyle bir atar, sukunetle inerdin motorunun üstünden. Kaskının emniyetini açardın, yıpranmış, güneşten sararmış eldivenlerini çıkarmadan. 

Doğumgününe yaklaşırken gene motordan bahsedeyim dedim Deniz, şimdiden kutlu olsun!

F650... İşte onunla çok anımız var birlikte, diğer beyaz Honda'nın aksine. Ne zaman almıştın F650'yi? Sanırım 2007-2008 gibiydi. Honda'yı satıp hemen buz mavisi muhtereme geçmiştin. Ne kadar güzeldi. Daha sonra gene aynısının biraz daha yeni versiyonunu almıştın Ankara'dan.

Artık motora doya doya birlikte binebilecektik! Önce şehir içinde başladık; okula giderken, Beşiktaş'a, Taksim'e, Emirgan'a. Sonra yavaştan Şile'ye, Kerpe'ye... Senin sayende gerçekten motordan keyif almayı (eh yolcu koltuğunda olduğum için ikinci elden de olsa), motorun ne kadar farklı bir dünya olduğunu, motorcuların nasıl da özgün, birbiriyle dayanışma içinde, eğlenceli ve tutkulu bir topluluk olduğunu öğrendim. 

Büyük bir ustalıkla motorunu kendin tamir etmekten, bakımını yapmaktan, ona yeni parçalar eklemekten vs. çok hoşlanıyordun. Atölyen bizim apartmanın önüydü. Zinciri sürekli yağlayan o parçayı da sen takmıştın; yeni, uzun boylu rüzgarlığı da, yeni lastikleri de. Üreticinin tüm çakallıklarına rağmen (şöyle şöyle özel tornavida olmadan açılmıyor malesef o vidalar, bizim orjinal servise gelmeniz gerekecek) motordaki en karmaşık sorunları bile kendin gideriyordun. Uzun yolda karşılaştığımız irili ufaklı sıkıntıları da toparlayabiliyordun servise muhtaç olmadan bu sayede. Hem böylesi çok daha eğlenceliydi. Ben de senin resmi fotoğrafçın olarak an be an görüntülüyordum tamir anlarını. 

Bir süre sonra yeni uzun yol rotaları belirleyip sadece gidilecek yerin değil, yolun da bir çeşit amaç olduğu güzel tatillere çıkar olmuştuk. Gerçekten yorucu oluyordu uzun yol yapmak, sık sık mola da vermek gerekiyordu, özellikle senin de dikkatinin dağılmaması için. Ama çook keyifliydi! Onca kilometreyi açıkta, rüzgarla ve her şeyle başbaşa gitmek. Yolu, havayı, güneşi hissetmek. Ara yollardan, nefes kesici dağlı taşlı ağaçlı ve her yeni rotada bizi şaşırtan keşiflerle dolu yerlerden geçmek o kadar güzeldi ki. 

Bir süre sonra yolda gördüğümüz çeşit çeşit kuşları hem senin fotoğraf makinenle, hem de benim dürbünümle gözlemeye başladık - flamingo, pelikan, şahin, kartal, saka, balıkçıl, leylek, arıkuşu, meke... daha bir sürüüü güzel kuş. Bir süre sonra kuşları da bulabileceğimiz rotalarından geçer olduk güzel memleketimizin.

İstanbul'dan çıkıp Simav'daki motosiklet festivaline katılıp Denizli üzerinden Datça'ya vardığımız, orada bir hafta kadıktan sonra Fethiye'ye devam ettiğimiz (yamaç paraşütçüleri!), sonrasında Kalkan'dan Olimpos'a gittiğimiz o uzuun tatili hatırlıyor musun? Hiç acele etmeden konaklaya konaklaya nasıl da yolun tadını çıkarmıştık. Sonra Tavşanlı (Çavdarhisar, Aizanoi!) üzerinden Delmece Yaylası'na kadar bir günde gelip (18 saat boyunca motorun tepesindeydik!) yaylada geceleyip İstanbul'un özlediğimiz çılgın trafiğine geri dönmüştük. 

Bu rüya gibi rotayı ve tatili sen de blogunda yazacaktın, fakat bana hep 'kelimeleri toparlayamadım daha' diyordun. Bunun gibi bir sürüü, bir sürü rotamız, maceramız var seninle. Onları da zamanla yazarım, zaten sırayla da gitmedim aslında. 

*Bahsettiğim geziye ve Deniz'in motor tamirine ilişkin fotoğraflar başka bilgisayarda, onları da zaman içinde ekleyeceğim. Daha fazla bekletmek istemedim bu yazıyı. 

**Deniz'in doğumgünü yaklaşıyor (1 Mart), o günlerde kendimi çok iyi hissetmeyebilirim, zaten şu sıralar da pek hissetmiyorum açıkçası. Onun için ufak bir ara verebilirim yazmaya. Belki de vermem, belli olmaz. Fazla uzatmam arayı ama. Şimdilik görüşmek üzere!

2 yorum:

  1. birgün sağnak yağmurda motoruna atlayıp gazlayıp gitmişti. biz saçak altında öylece bakakalmıştık arkasından. özlüyoruz...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya, hiç çekinmezdi yağmurdan felan. 'İlk zemin ıslanırken yol kayganlaşıyor, onun dışında bir tehlikesi yok' derdi. Yağmur altında ben de gitmiştim arkada da, püüü. Çok ıslanıyorduk ama, öyle böyle değil! Hehe garip bir keyfi de vardı ama.

      Sağolun paylaştığınız için.

      Sil