1 Ağustos 2014 Cuma

Ne kadar paylaşım 'fazla' paylaşımdır?

arıkuşu - Deniz'le favorilerimizden. kaynak: the world of birds

Selam;

Şu an oturmuş makale yazmam gerekiyor ama blog yazıyorum. Bitirince dönerim makaleme. Keşke önce işimi bitirip sonra blog yazacak disipline sahip olsaydım. Ne yazık ki şu anda öyle değilim.

Bugün biraz içimden geçenleri anlatmak istiyorum. Kaç kişi okur meçhul. İki senenin bir dökümü gibi diyelim. Bu süreci ideal bir şekilde geçirdim diyemem. Bu işin ideali nedir onu da bilemem. Kimsenin öğrenmesini de istemem açıkçası.

İki yılda kendimi aşırı derecede zorladığım zamanlar oldu; dışarı çıkmak için, çalışmak için, 'düzgün' ve 'sağlam' bir görüntü çizmek için, gülmek için, olumlu düşünmek için, insanlardan kopmamak için, hayata katılmak için, bir faydam olması için, spor yapmak için, 'birlikte vakit geçirilesi' bir insan olmak için... Genel anlamda beni 'ben' yaptığını düşündüğüm şeyleri, eskiden beri gelen kişiliğimi korumak için. Bu arada Gezi de oldu biliyorsunuz, hayatımın çok da önemli bir parçası haline geldi ondan kalanlar. İşe girdim, tekrar çalışan bir insan oldum. Bu dediklerimin hepsini her zaman da başaramadım üstelik. Neticede zorladım.

Değişim yaşamın kaçınılmaz bir parçası; ama bu süreçte geçirmek zorunda olduğum inanılmaz değişim çoğu zaman gözümü korkuttu ve bilmeden de olsa eskiye tutunmak istedim sanırım. Eşyalarımıza dokunamamın sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Ama ben eskiye tutunmaya çalıştıkça kendimin enteresan bir karikatürüne dönüştüm galiba.

Bunu farkettim çünkü yaşamım 'normal' (acaba öyle bir şey var mı?) seyrinde giderken olup biten değişimleri o kadar da önemsemiyordum, daha doğrusu rahat kabulleniyordum. Akışında gelişiyordu her şey. Fakat bu olay beni ister istemez hızla bambaşka bir insan olmaya zorladı.

Terapistimin bana nasıl faydalı olabileceğini bilemediğimi yazmıştım. Aslında ona ne kadar teşekkür etsem azdır, bana birçok şeyi o farkettirdi bilerek ya da bilmeyerek. Bu derecede üzgün bir insan olmayı kabullenemiyordum bir türlü. Nasıl olurdu, ben ki mutlu olmaya alışmış bir insandım, nasıl olur da sürekli üzgün olurdum? Deniz olsa Deniz de kızardı şu halime. Nasıl olur da içim nefret dolu olurdu, insanları bu kadar severken? Nasıl olurdu da nerelere koyacağımı bilemediğim bir öfkem olurdu? Bu öfke bunca zamandan sonra nasıl olurdu da hala kendimi yoketme, bir şeyleri parçalama, her şeyi yakma isteği olarak ortaya çıkmaya çalışırdı? Artık bu duyguların 'geçmiş' olması gerekmez miydi?

İşin gerçeği: bu duygularımla savaşmamayı öğrendim terapistim sayesinde. Üzgünüm, artık ben böyle bir insanım. 'Olumsuz' yanım burada, onu yoketmeye çalışmıyorum. Boğazımdaki düğüm, sırtımdaki ağrı hep olacak. Her zaman keyifli olmayacağım artık. Ağlayıp durduğum zamanlar olacak. Kimseleri görmek istemediğim haftalar geçireceğim belki.

Öfkemi yönlendirmek için kick-box'a gideceğimi söylüyorum yıllardır, umarım gidebilirim artık ayarlayıp. Bir öğrencim bu konuda bana bayağı cesaret verdi, sağolsun. Ha unutmadan -müzik. Bir de müzik girdi tekrar hayatıma, bas gitar şeklinde. Kelimelerin anlamsız olduğu noktalarda -ki bu çok sık oluyor- bana yardımcı olacağını umuyorum.

Belki sizin için 'pfft', ama benim için çok önemli bir değişim daha: Evde tek başıma vakit geçirmeyi tekrar öğrendim. İşten gelince ya da haftasonu 'Ne pahasına olursa olsun dışarıda, insanların arasında olmalıyım' paniği geçti. Benim alışkın olduğum mod, evi sevdiğim insanla paylaşmak; boş duvarlara bakmak değil normalde. Birlikte yemek yemek. Muhabbet etmek. En saçma şeyde bile birlikte hareket etmek (Çıkıp conta alalım mı birlikte? -Alalım). Ama işte, şu son birkaç haftadır -daha önce değil- yalnız vakit geçirebiliyorum bazen bütün gün. Yalnız çalışıyorum hiç konuşmadan ve rahatsız olmuyorum. Bir sonraki aktiviteyi kovalamıyorum.

Ne yapabilirim, hala Deniz'in ölümünü adaletsiz buluyorum. Hala onun yaşayamadığı yılların, birlikte yaşayamadığımız hayatın hesabını soruyorum. Hala birlikte var edemediğimiz çocuk için ağlıyorum. O kadar çok ağlıyorum ki. O çocuk benim için birçok insandan daha gerçekti. Onu 'hayali' bir çocuk olarak bir kenara atabilir miyiz? Sanmam. Onun da yasını tutuyorum. O çocuk benim için umut demekti, yaşamımı devam ettirmem için bir neden demekti. Üstelik de en güzeli, Deniz o ben üçümüz birlikte büyüyecektik.

Çocuğunuz varsa on(lar)a güzelce sarılın ve elinizdekilerin değerini unutmayın lütfen. Size gıpta ettiğimi bilin. Bazen çocuk görmeye dayanamadığımı anlayın.

Bu arada muhtemelen 'tabu' bir konu, ama gene de yazayım. Başka bir insanla birlikte olabileceğime inanıyorum. Bir gün, bir yerlerde, kendini hazır hissedince karşıma çıkacaktır sanırım. Beni bulamazsa da artık bilemem. Ama o kişinin bu üzüntüye, bu acıya 'ilaç' olmasını beklemem. Bu ona da haksızlık olurdu zaten. Bana karşı öyle bir sorumluluğu yok kimsenin.

Fakat şunu da biliyorum ki, 'ruh yoldaşlığı' her zaman romantik sevgi şeklinde ortaya çıkmıyor. Eski arkadaşlarım ve akrabalarımın yanısıra, bu iki sene zarfında tanıdığım birçok insan da çok farklı anlamlarda 'ruh yoldaşı' oldular bana. Deniz'de olduğu gibi çok konsantre, çok fazla yönden (hem ruh yoldaşı, hem sevgili, hem eş, hem dost, hem hayran olunan yetenek, hem kalbi sevgi dolu insan, hem yoldaş gezgin, hem motosiklet delisi, hem kahkaha kaynağı -bu da zorbaya selam olsun burdan-, hem iş ortağı, hem kılavuz, hem öğrenci, hem koruyucu, hem korunan...) değil, ama onun bende hissettirdiklerini bölüm bölüm hissettiren birçok insan tanıdığım için çok şanslıyım. Deniz'i kaybetmenin hayatımda yüz kişi birden kaybetmek gibi olduğunu yazmıştım -nerede yazdığımı hatırlamıyorum, bulursam eklerim. Hayatımı en çok etkilemiş olan kişidir Deniz. Onun yarattığı bazı boşluklarda bazı minicik filizler çıkıyor yeni ve eski 'ruh yoldaşlarım' sayesinde.

Sonuçta Deniz'in ölümünü bir aşamaya kadar kabullenmiş oldum, tamamen değil. Ondan fazlasını bünyem reddediyor. Üzüntümün, acımın kimseyle paylaşamayacağım kısmı burada işte. Kelimelere dökmem imkansız bundan sonrasını, o en 'kor' kısmı. Bundan daha fazla 'iyi'leşemiyorum malesef. Müzik burada devreye giriyor büyük ihtimalle.

Yapabileceğim en güzel şey bütün bu zihinsel, ruhsal engellere rağmen, belki de onlarla birlikte (çünkü bir yere gitmiyorlar) üretmeye devam etmek olacak. Üretmek konusunda da çok ciddi sıkıntılar içindeyim. Eski motivasyonumun yüzde biri seviyesine gelirsem çok mutlu olacağım. 'İlham' beni çok zor buluyor artık -ama buluyor sonuçta, her şeye rağmen.

Deniz anısına bir motosiklet tasarlıyorum. Gerçek motosiklet, şaka ya da oyuncak değil. Onunla birlikte başladığımız, tahminimce en orijinal işlerimizden birisi olabilecek animasyon projesini tamamlamayı istiyorum - ki ne yalan söyleyeyim, uzunca bir süre 'animasyon' kelimesi tüylerimi diken diken etti. Deniz için bir kütüphane/eğitim bursu/yarışma... düzenlemek (arkadaşlarımdan yardım alarak). Bu blogu tasarım blogumla birleştirip (tabii bu kimliğimi de açık etmek anlamına gelecek) bir tasarımcı, yaratıcı yönetmen, hoca; bir gezgin; Deniz'i hatırlayan bir insan olarak yaşamımın dökümü haline getirmek. Doktoramı tamamlamak. Doktorayla birlikte bir hareketlilik içinde olmak - yurtdışına doğru, kısa ya da uzun. Sahnemi değiştirmek. Buna özellikle çok ihtiyacım var. Bunları yapmak istiyorum.

Öğrencilerim de işlerimi görüp beni tanımak istiyorlar, haklı olarak. Onlarla pek paylaşmadım kazayı. Zaten yerli yersiz paylaşma taraftarı değilim. Kaza öncesi yaptığım işlere bakmaya dayanamadığım için işlerimi sunmaya halim olmadı, geçiştirdim isteklerini. Ama onlara yeni, farklı bir bakış açısıyla yeni işlerimi; bitmiş, bitmemiş, hep beraber yapılacak olanları sunabilirim, onlara karşı bu sorumluluğum var diye düşünüyorum. Öğrencilerim bu yolculukta bana büyük ilham oluyorlar, gene bilerek ya da bilmeyerek. Onlardan çok şey öğreniyorum.

Zaten bu iki senede ve önümüzdeki yıllar için de umut ve yaşama gücümün kaynağı gene insanlar olacak. Umarım ben de insanlar için bir şekilde umut olabilirim.

Bilmiyorum, bir noktada çok fazla paylaşımda mı bulundum acaba? Artık 'yayınla' düğmesine bastıktan sonra yapacak bir şey yok.

Tekrar görüşmek üzere...