27 Eylül 2012 Perşembe

Toparlamak ve diğerleri...

Artık toparlaman lazım.
-'Toparlayamam'; henüz iki ay on gün oldu. Ama dört ay on gün ya da sekiz ay on gün sonra da toparlamış olacağımı sanmıyorum. Bu en az bir- bir buçuk sene böyle. O zaman geçtikten sonra da çok büyük bir üzüntü duymaya devam edeceğim, sadece denilene göre bununla daha kolay yaşayacağım.

Hayat devam ediyor.
-Evet, sizinki ediyor, biliyorum. Tüm iyi dileklerim sizinle.

Seni acılı görmeye dayanamıyorum.
-Ben eşimin aniden gözlerimin önünde ölümüne dayanmaya çalışıyorum. Bu sırada acı çekmeye uzunca bir süre devam edeceğim. İstediğim için değil, başka türlü olamayacağı için. Siz de bu arada lütfen acı çeken birini görmeye alışın, bu kadarını yapabilirsiniz, merak etmeyin. Acıdan bağışık değilsiniz, olamazsınız da.

Ne diyeceğimi bilemedim, onun için aramadım.
-Arayıp sadece sussanız ya da saçmasapan bir şey bile söyleseniz, aramayıp benden kaçınmanızdan çok çok daha iyi. Çünkü öbür türlü beni çok ihtiyacım olan destekten mahrum bırakmış oluyorsunuz. Söyleyeceğiniz hiçbir şey acımı hafifletmeyecek, biliyorum - siz de biliyorsunuz. Ama yanımda olduğunuzu bilmek isterim. Ben de saçmasapan şeyler söylüyorum zaten. İlla aramanız da gerekmiyor; mesaj atabilir, yazılarımı okuyabilir ya da benim hakkımda üç saniyecik düşünebilirsiniz. Bir şekilde anlarım ben...

Çok güçlü duruyorsun.
-Güçlü değilim. Daha önce çok mahrem bir insan olduğum gibi, şu anda da öyleyim. Hüngür hüngür ağladığım zamanları büyük ihtimal hiçbir zaman görmeyeceksiniz. Ama bu, hüngür hüngür ağlamadığım anlamına gelmiyor. 'Güçlü durmak' önemli ya da öncelikli değil.

Aa çok iyisin, gülüyorsun felan.
-Gülüyorum, günlük konuşmaları sürdürebiliyorum (bir yere kadar); çalışıp, yemek yiyip, uyuyup kendime bakabiliyorum. Bunların hiçbiri inanılmaz bir acı içinde olmadığımı göstermiyor. Herkes acısını farklı yaşıyor ve kimsenin acıyı yaşama biçimi benimkinden daha doğru, iyi ya da daha kötü değil. Acı, gösterişi olmayan bir şey.

Bütün bunları söyleseniz de, söylememiş olmanızı tercih etmem. İyi ki varsınız, iyi ki ne diyeceğinizi bilemiyorsunuz. Ben de bilemezdim büyük ihtimalle... Öğreniyorum işte.

25 Eylül 2012 Salı

Gözlerin

Deniz,

Senin gözlerini anlatmaya nerden başlasam ki? Bana mı öyle geliyordu, yoksa gözlerinde hiç kimsede olmayan ekstra bir parıltı mı vardı? Sanki birkaç fazladan ışıklı nokta... Güneş gözlüklerinin arkasında bile o parıltıyı görebiliyordum; çünkü o parıltı, o sevgi, mutluluk ve kendine güven senin içinden dışarı doğru taşıyordu.

Her zaman muzip bir gülümsemenin eşlik ettiği, 'Merak etme, her şey iyi olacak, çünkü ben burdayım, senin yanındayım' diyen o gözler. Herkesin yardımına koşan, herkesi farkeden o duyarlı gözler. 13 Temmuz 2001'de ilk defa gördüğüm, görür görmez vurulduğum o bakış... Sanki seni yüzyıllardan beridir tanıyor gibiydim. Üstelik hiç de romantik bir insan değilimdir ne yalan söyleyim, ilk bakışta aşk da bir masal saçmalığı gibi gelmiştir o zamana kadar hep.

Gözlerin şakacıydı da aynı zamanda. Uzunca bir süre ne renk olduklarını tam anlayamadım. Mavi üzerine yeşil mi? Ela üzerine açık kahverengi mi? Sanki bulunduğun yere göre, mesela denizdeysen (gene deniz!) renk değiştiriyorlardı. Sırf gözlerinin rengini anlamak için bir gün dikkatlice dakikalarca baktım. Evet, rengi yeşil zemin üzerinde ela noktacıklar! O şakaları da o noktacıklar yapıyordu sanırsam. En sonunda anlamanın verdiği rahatlıkla gülmüştüm, sen de gülmüştün.

Sadece rengi değil, şekli de güzeldi ha! Gözünün kenarına doğru baktığında çocuk oluyordun tekrar. 

Bu kadar iyi bir dost olduğun, bu kadar sevgi dolu bir yüreğe sahip olduğun gözlerine bir bakmakla anlaşılıyordu. Şıp, bir saniyede. Ben de 'Of' diyordum, 'ne güzel gözleri var bu adamın. İyi ki benimle, iyi ki bana bakıyor'. İnsanlar 'Deniz nasıl?' diye sorduğunda, 'İyi; güzel yeşil gözleriyle bakıyor' diye cevap verirdim. Her seferinde.

Tabii biliyorum, herkese sevdiğinin gözleri çok güzel gelir. Ama ne diyeyim, ben mi yanlış görüyorum?  Fazladan bir parıltı, bir sevgi yok mu senin gözünde?

Şimdi nereye bakıyorsun Deniz?


24 Eylül 2012 Pazartesi

Korku

Deniz,

Korkuyorum. Bir sonraki saniyeden, bir sonraki dakikadan, bir sonraki aydan, yıldan korkuyorum. Oysa seninle hiçbir şeyden korkmuyordum. İşsiz kalmaktan, memlekette her şeyin kötü gitmesinden, ayağımı kırmaktan... Hepsini birlikte göğüsleyebilirdik, göğüsledik de. Oysa şu anda her şey bana dehşet veriyor. Her şeyi mahvetmekten, senin bana bıraktıklarına doğru dürüst sahip çıkamamaktan korkuyorum.

Bu girişi seni ve gözlerini anlatmaya ayıracaktım, ama bir dahaki sefere, olur mu?

20 Eylül 2012 Perşembe

Hayatta kaldım... mı?

İnsanlar böyle bir kazadan sağ çıktığım için beni şanslı buldular. Fakat şunu anlamalısınız ki aslında o kazadan ben sağ çıkmadım ve inanın Deniz'in olmadığı bir dünyada yaşamak zorunda olduğum için kendimi hiç ama hiç şanslı hissetmiyorum.

Evet, şu anda yaşıyorum ama ben artık tamamen farklı bir insanım. Deniz'le birlikte yaşayan, sevinen, üzülen, paylaşan, çalışan, üreten, değer bulan... o insan da o kazada aslında öldü. Hiçbir zaman tekrar o insan olmayacağım, çünkü Deniz artık yaşamımın sonuna kadar hiçbir zaman ölmemiş olmayacak. Bundan 10 yıl, 20 yıl, 40 yıl sonra bile Deniz'i, o çok sevdiğim, diğer yarım gibi hissettiğim kocamı, sevgilimi hep ama hep kaybetmiş olacağım. Deniz'in yasını tutarken aslında kendimin çok daha farklı bir biçimimin de yasını tutuyorum.

Artık belki de daha önce olduğum insanın yüzde onbeşi bile değilim.

Bazen size yönelik, bazen de Deniz'e yönelik olarak yazacağım. Deniz dışında kimsenin adını açık olarak vermeyi düşünmüyorum; internet ortamında neler olacağını hiç bilemediğim için böyle bir önlem almam gerekti. Deniz'in kaybından duyduğum acıyı, Deniz'in bana göre nasıl bir insan olduğunu, bundan sonraki yaşamımı yazmayı düşünüyorum. Zaman içinde belki evrilebilir yazdıklarım. Kendi hazır hissettiğimden fazlasını yazmayacağım. Bu blogun bana stres kaynağı olmasını değil, bir kendimi ifade aracı olmasını isterim. Yazdıklarımı okuyan ve kendi için onlarda birşeyler bulan birileri olursa, yorum yazanlar olursa çok sevineceğim. Paylaşmak böyle bir şeye dayanmanın tek yolu olsa gerek. Bilemiyorum. Belki de değildir.

Bazen yazdıklarım hoşunuza gitmeyebilir, ya da onlara dayanamayabilirsiniz; ama kimseyi memnun etmek için yazmadığıma emin olabilirsiniz. Bazen yazdıklarımda siz de olacaksınız, ve aynayı size tuttuğumda darılmaca gücenmece yok. Olur mu?

18 Eylül 2012 Salı

Başlangıç ve bitiş

Merhabalar;

Çok sevdiğim eşim Deniz'i 17 Temmuz 2012'de trafik kazasında kaybettim. Arabada ben de vardım; arka koltukta bir arkadaşımız da bizimle birlikteydi. Tam emin değilim ama sanırım üçümüz birden uyuyakalmışız. Son hatırladığım arabanın önce sola, sonra sağa savrulduğu ve sonrasında yolun dışına doğru çıktığımız. 20 dakika kadar sonra uyandığımda Deniz kanlar içindeydi. Camdan 15 metre kadar öteye fırlayan arkadaşımız da omurgasını kırdı. İki ayrı ambulans gelip hem Deniz'i hem de bizi hastaneye yetiştirdi. Arkadaşımız Ankara'ya gönderilip ameliyat oldu. Şu anda iyileşiyor, bir tehlikesi kalmadı. Deniz'se yoğun bakımda geçen iki günden sonra kurtarılamadı. Bana hiçbir şey olmadı.

Bu blogu neden açtığımı, neler yazacağımı ve neleri yazmayacağımı daha sonra ayrıntılandıracağım. Bazı şeyleri ancak çok yavaş yavaş yapabiliyorum, ancak kendimi hazır hissettiğimde harekete geçebiliyorum. Beni okuyan birileri olur, benim gibi kayıp yaşayan (ve yaşamayan) birilerine ulaşabilirsem sevineceğim. Girişlerim arasında zaman olabilir, biraz sabırlı olmanızı diliyorum.

Çünkü bu dayanması inanılmaz derecede zor bir durum.

8 Eylül 2012 Cumartesi